İnsan yapımı sistemlerde meydana gelerek çok sayıda insanın ölümüne/ciddi yaralanmasına, yapılarda büyük derecede hasara ve kamuoyunda itibar yitimine yol açan kazalara ‘büyük endüstriyel kazalar’ demekteyiz. Bunların çevreye verdiği hasar, doğrudan ve dolaylı maliyetleri, yerel ekonomiye verdiği zarar, marka değerini eritmesi, kurumun mali yapısındaki ve yaşamını sürdürebilmesi üzerindeki olumsuz etkileri o denli büyüktür ki, İngilizce’de bu gibi olaylara ‘catastrophic event’ yani felaket adı verilmektedir.
Bu felaketlerden kaçınmak için proses güvenliği disiplini doğmuştur. Proses güvenliği, tehlikeli maddeler veya enerjinin salınımıyla (kontrolden çıkmasıyla) sonuçlanan kazaları önlemeyi ve kontrol etmeyi amaçlar.
2. Dünya savaşını takip eden yıllarda bu tip olaylar kamuoyunun ilgisini çekmeye başlamıştır. Bunlardan bazılarını saymak gerekirse; 1947’de ABD Texas City’de 500’den fazla kişinin öldüğü kazanın etkileri 60 km yarıçapındaki bir bölgede hasara yol açmıştır. 1976’da İtalya’da Milan şehrinin kuzeyindeki Seveso ilçesinde yine büyük bir endüstriyel kaza olmuş ve gıda zincirinin güvenliği için 80,000’den fazla hayvan itlaf edilmek zorunda kalmıştır. 1984’de Hindistan’ın Bhopal şehrinde gerçekleşen kazada ise 3,000’den fazla kişi ölmüştür.
Seveso ve Bhopal kazalarını takip eden yıllarda gerek yasal düzenleyici kurumlar gerekse sivil toplum kuruluşları proses güvenliği yönetimini iyileştirmek için birçok girişime imza atmışlardır. 1982’de Avrupa’da yayınlanan Seveso Direktifi 1996 ve 2012’de güncellenmiştir. Kuzey Amerika’da 1984’de kurulan ‘Responsible Care’ ve 1985’te kurulan Center for Chemical Process Safety (CCPS) şu anda dünyanın dört bir yanında firmalarca kabul görüp uygulanmaktadır. 1992’de ABD’de OSHA kurumu PSM’i yayınlamıştır. 1992’de Avrupa’da Proses Güvenliği Merkezi kurulmuştur. 1998’de ABD’de EPA Risk Yönetimi Programı (RMP) start almıştır. ABD Kimyasal Güvenlik Kurulu’nun kuruluşu 1998’i bulur. 2012’de OECD çok tehlikeli sektörlerin üst yöneticileri için rehber doküman yayınlamıştır.
Bu çok değerli ve gerekli girişimlere rağmen büyük endüstriyel kazalar hız kesmemiştir. 2005’de ABD’de Texas City’deki büyük rafineri kazası petrokimya sektöründe çalışan herkesin bilgisi dahilindedir. Aynı isimde bir filme de konu olan 2010 yılındaki Deep Water Horizon kazası ise gelişmiş teknolojiye rağmen insanoğlunun çaresiz kalışını göstermektedir. Maalesef endüstriyel kazalardan sonra kurum yöneticilerinin demeçleri uyuşturucuya ve suça karışmış çocuklarının nasıl bu duruma geldiğini anlayamayan ve ne istiyorsa yaptık, yediği önünde yemediği arkasındaydı diyen ebeveynlere benzemektedir. Peki neden geleneksel yaklaşımlar gerçekten de bu felaketleri önlemekte yetersiz kalmaktadır?
Bu soruya cevap verebilmek için böyle büyük bir endüstriyel kazaya gebe olan kurumlarda proses güvenliğiyle iletişim içinde olan tüm unsurlara uzaktan kuşbakışı bakmak iyi bir başlangıç olacaktır. Bir çok ekipman ve teçhizat aynı bir bilgisayardaki donanım unsuru gibi kilit önemdedir. Ve yine bilgisayar örneğinden gidersek bir yazılıma da ihtiyaç vardır ve endüstride bu süreçlerdir. Prosedürler ve talimatlarla bir çoğu dokümante edilmeye çalışılır. Kurumsal Kaynak Planlama vasıtasıyla süreçlere düzen getirilir. Ama tüm bunlar yanında bir de insan faktörü vardır. İnsanların da bu denkleme dahil edilmesiyle çalışma arayüzü (yine bilişimle içli dışlı olanlara tanıdık gelecek bir terminoloji) oluşur ve teknoloji, süreçler ve insanların biraraya geldiği bu noktada tabiri caizse proses güvenliği de ortaya çıkar. Bu kesişim noktası tehlikelere maruz kalmanın oluştuğu yerdir.
Bu maruziyetleri kontrol altında tutmak için endüstriyel tesislerin yönetimleri birçok sistemler devreye alır. Bunlara rahatlıkla bir kurumdaki proses güvenliğini aktive eden sistemler diyebiliriz. 80’li yıllardan beri proses güvenliği alanında gerçekleştirilen az önce saydığımız ulusal ve uluslararası düzenlemeler firmalara büyük oranda bu noktada destek vermeye ağırlık vermiştir. Firmalar direktifleri, rehber dokümanları, yasal mevzuatı ve gönüllü katılım programlarını devreye alarak proses güvenliğini etkinleştirmeye çalışmaktadır.
Sorun da büyük oranda bu noktada ortaya çıkmaktadır. Endüstriyel kuruluşlar kaynaklarını giderek artan oranda bu etkinleştiren sistemlere yatırdıkça, örneğin acil durum planlamalarını iyileştirdikçe, kaza araştırmalarını geliştirdikçe, değişim yönetimini daha iyi uygulayabilir hale geldikçe bu harcadıkları çabalar sonucunda aynı oranda getiri elde edebiliyorlar mıdır? Bu bir bireyin kendini bir konuya fazla odakladığı hayat hikayelerine benzemektedir. Kendini hayatı boyunca işine adamış bir kişinin hayatın diğer fiziksel, sosyal, zihinsel ve ruhsal boyutlarını kaçırması gibi, işletmeler de proses güvenliğinde mükemmelliyetin sağlanması için gereken diğer alanları ihmal ediyor olabilirler mi?
Bu diğer alanlardan biri kurumsal sürdürülebilirlik sistemleri olarak adlandırabileceğimiz unsurlardır. Çalışanların seçimi ve geliştirilmesi, iş güvenliği ve proses güvenliği fonksiyonlarının nasıl yapılandığı, performans yönetiminin proses güvenliğini ne oranda ve nasıl desteklediği, organizasyonun proses güvenliğinde performansı nasıl ödüllendirdiği ve takdir ettiği hep bu başlığa girer.
Bir başka alan da kurum kültürüdür. “Biz burada bu işleri böyle yaparız” şeklinde de çok kısaca tanımlanabilecek kültür o kurumun yazılı olmayan kurallarıdır ve gerek güvenliği sağlayan gerekse onları sürdürülebilir kılan az önce saydığımız süreçleri etkiler. Bunun yanında proses güvenliği risklerine maruz kaldığımız yer olan çalışma arayüzü de bu etkiden önemli ölçüde nasibini alır.
Proses güvenliğinde mükemmeliyetin resmini çizmeye çalıştığımızda bir tesisteki liderlik de çok önemli bir alandır. Ön cephe süpervizörlerinden tutun genel müdüre kalan her seviyeden lider davranışlarıyla ve tutumlarıyla kültürü yaratır. Bir tesisteki liderlik, adeta direksiyonun başındaki sürücü gibi kurumun kültürüne yön verir.
2012’de Seveso direktifinin 3. kez güncellenmesiyle kurum kültürü kavramı da AB devletlerinin ve çok tehlikeli endüstrilerdeki firma yönetimlerinin gündemine girmeye başladı. Bir çok şirket az önce bahsettiğimiz gibi proses güvenliğine sadece aşılması gereken teknik bir sorun gibi değil de çok boyutlu şekilde yaklaşmazlarsa felaket boyutundaki kazaların önlenemeyeceğini anlamaya başladılar.
Ülkemizde de Aksa Akrilik ve Ak-Kim gibi kimya endüstrisinin önde gelen oyuncularının son yıllarda bu geniş perspektife yöneldiklerini görmekteyiz. Kurum kültürlerinin hangi alanlarda proses güvenliğine destek verdiği, hangi alanlarda ise geliştirilmeye ihtiyaç duyduğu konusunda çeşitli değerlendirmeler ve ölçümler yapan bunun gibi firmaların sayısının önümüzdeki yıllarda ülkemizde artacağını öngörmekteyiz.